Ben Kimim

 
 
 

YAŞAMAK İLE YOK OLMAK ARASINDA GİDİŞ-GELİŞLER

 
 
Emekli Hava Pilot Kıdemli Albay
İsmail SÜVARİOĞLU

14 Aralık 1956 günü Hava Atış görevi için kalkan dörtlü kolun lideri Yzb. Şeref UĞUR, 2 numara Tğm. Hüseyin KÜTÜKÇÜ, 3 numara Yzb. Süleyman ATALAY, 4 numara ben Tğm. İsmail SÜVARİOĞLU, uçak tipi F-84G. Tip tanklarımız dolu olduğu için önce seyrüsefer görevi yaptık. Tip tank lambasının yandığını gören lider, bizlere de tip tankların bitip bitmediğini sorunca, sırasıyla hepimiz bittiğini ve lambalarımızın yandığını söyledik. Önce pike bombardıman atışı yaparak ikişer bomba attık. Roket için de dörder dalış yaptık, onları da attık. Sıra makineli tüfek atışına gelmişti. 6 dalış yapacaktık. Birinci dalışı normal olarak yaptık, ikinci dalışta panoya normal bir refol yaptım. Çekişte motorum durdu. Tam bir sessizlik oldu. Borda levhasında bütün motor saatlerinin sıfıra doğru düştüğünü, ne kadar ikaz ve ihbar lambası varsa yandığını gördüm. Derhal sürat saatine baktım 350 mili gösteriyordu. Atlamak için yeterli irtifayı alabileceğini düşünerek durumu ve kararımı telsizle liderime ve Osmaniye Atış Sahası Nöbetçi Subayı Kd.Bçvş. İhsan UZAKMAN'a bildirdim. F-84G uçaklarında muayyen bir irtifanın altında uçarken devreye konulan bir alet şalteri vardı ki, yüksek irtifaya çıktığımız için bu şalter zaten kalkıştan itibaren "ON" durumunda idi. Bu şalterin "ON" durumunda olması, motor durduğunda otomatik olarak start yapmasını sağlamak içindi. 2700 feet'e geldiğimde uçak perdövites belirtileri göstermeye başladı. Atlamak için ayaklarımı pedallardan sandalyedeki yerine koydum. Kokpit kapağının kolunu çektim. Kapak fırlayınca bir rüzgar anaforu oldu. Sıra sandalye Jettison kolunu çekmeye gelince, elim bir türlü gitmiyordu. Çünkü sandalye, bir mermi sürati ile fırlayınca kısa bir şok devresi geçirildiğini biliyorduk. Bu nedenle boşluğa fırlayınca bu kısa zaman içerisinde sırasıyla neleri yapacağımı ellerimle bir kere denedim. Sonra sandalye kolunu çektim ve bir an için dünya karardı, gözümle bir şey göremiyordum, ama şuur ve muhakemem yerinde idi. Bağlarımı çözdüm, sandalyeyi tekmeledim, gözümün önünde bir karartı olarak geçti gitti. Sıra paraşüt deklanşörünü çekmeye geldi. Sağ elimi deklanşörün bulunduğu sol göğsüm üzerine götürdüğümde deklanşörü bulamadım, belime ve daha aşağı dizime doğru el yordamı ile aramaya başladım. Gözümle göreyim dedim fakat göremedim, zira boşlukta tepe taklak ne durumda idim bilemiyorum. Buna rağmen deklanşörü aramaya devam ediyordum. Onu boşlukta yakaladım (deklanşör muhafazasından şokla birlikte çıkmış ve paraşütün arkasına kadar uzanan çelik telin ön tarafında bulunan toleranslı kısmı ile boşlukta sallanıp kalmış). Atladığım alçak irtifa olduğu için buraya kadar olan zamanın çok geçtiğini zannederek bir ara yere vuracağım diye dişlerimi sıktığımı da hatırlıyorum. Deklanşörü çekince paraşüt derhal açıldı. İçimi, tarifi zor bir sevinç kapladı, bağırmak, şarkı söylemek istedim ama bu fırsatı bulamadım, artık gözüm görüyordu ve yer elli - altmış metre altımda idi. Hemen dizlerimi hafif kırarak yere yumuşak basmaya çalıştım. Bunu da çok iyi başarmışım ki yere düşmedim ve paraşütü ayakta toplamaya çalıştım. Hemen sevincim kedere dönüştü, çünkü aklıma "Uçağım nereye düştü, acaba birilerine zarar verdi mi?" soruları takıldı. Etrafıma baktım, bunları soracak bir insan aradım, 500 metre kadar uzağımda çift süren bir köylü gördüm. Daha o benim yanıma gelmeden bir Jeep'le birlikte Topçu Pilot Yüzbaşı geldi. Onların meydanına yakın bir yere düşmüşüm ve beni takip ediyorlarmış. Bu arada uçuş yapan kol arkadaşlarım tek tek alçaktan üzerimden geçtiler.